İSRAİL VE FİLİSTİN SEYAHATİM

 Gezimizi anlatmadan önce şu notu geçmeliyim ki bu yazıda İsrail-Filistin kavramlarını Türkiye politikasında nasıl kullanılıyorsa o şekilde kullanacağım. Herhangi bir algı yaratma veya bir tarafı savunma amacında değilim sadece gördüklerimi sizinle paylaşmak istiyorum. 


Öncelikle 19 Mayıs 2022 sabahı Sabiha Gökçen Havalimanından İsrail’in Ben Gurion Havalimanı’na indik. İzlediğimiz videolarda ve okuduğumuz bloglarda İsrail’deki yabancıların ülkeye girişi ile ilgili önlemlerin ne kadar sıkı olduğundan bahsediliyordu. Biz de bu nedenle diken üstündeydik. Uçaktan iner inmez, küçük bir alanda sıraya girdik. Burada İsrail vatandaşları için pasaportlarını okutup geçebilecekleri makinalar vardı. Bizim gibi İsrail vatandaşı olmayanlar için ise iki masada İsrailli görevliler bekliyordu. Pasaportumuzu kontrol için onlara verdik ve onlar da karşılığında pasaport damgası yerine geçecek bir kağıt verdiler.



Bu alanda herhangi bir koruma veya engel yoktu. Kağıtlarımızla beraber gümrük kontrolü için sıraya girdik. Gümrük kontrolünde uzun bir sıra vardı ve özellikle İsrail vatandaşlarına (daha doğrusu kıyafetleri sayesinde Yahudi gibi görünenlere) öncelik verdiler ve bu kişileri aralardan çekerek başka girişlere yönlendirdiler. 

Gümrük memurundan gelecek sorular hakkında biraz stresliydik ancak sadece "nereye gideceksiniz ve beraber mi seyahat ediyorsunuz" gibi sordular. Bu nedenle kesinlikle internette anlatıldığı kadar sıkıntılı bir durumla karşılaştığımızı düşünmüyorum . Hatta birçok Avrupa ülkesine ve Amerika’ya girişimden daha iyi karşılandığımı hissettim. Nedenini ise bu yazının daha ilerisinde anlatacağım. 


Biz gümrükten çıktığımızda doğru PCR testi yaptırmaya gittik. Havalimanında PCR testi zorunluluğu 20 Mayıs akşamı kalktığından dolayı internetten PCR testi satın almıştık. Havalimanında büyükçe bir odaya 10-20 test kabini yerleştirmişler. Buradaki görevliye pasaportumuzu ve internetten satın aldığımız PCR testinin QR kodunu gösterdik. Şansımıza bize testi yapacak görevli de çok tatlı Arap bir kız çıktı. Biraz konuşup Türk olduğumuzu söyledik ve bu şekilde burnumuza çubuk bile sokulduğunu anlamadan testimizi vermiş olduk.



Testi yaptıktan sonra bileğimize yeşil bir bant bağladı ve bu bandı göstererek havalimanından çıkış yaptık. Daha sonra havalimanına bağlı bulunan tren istasyonuna gittik. Buradan Jerusalem-Navon yazan durak için tren bileti aldı. Bilet kişi başı 16.50 Şekeldi ve yolculuğumuz 20 dakika sürdü. Tren her 30 dakikada bir kalktığından zaman sıkıntımız olmadı. 


Trende en çok dikkatimi çeken şey yaşıtım kadın ve erkeklerin asker üniforması ve bellerinde tabanca ile seyahat etmeleriydi. Bu uygulamanın sonuçlarını da insanların yüzlerinde açıkça görüyorsunuz. Sanki herkesin yüz ifadesinde savaştan zafer kazanarak dönmüş gibi bir ifade vardı. 



Jerusalem durağında indikten sonra tramvaya gidip L1 tramvayına bindik. Buradan da otelimizin bulunduğu bölgeye doğru ilerledik. Tramvayda tek yön kişi başı 6 Şekel. Ancak sürekli bilet almamak için tren istasyonundan ücretsiz bir kart temin edip tüm toplu taşımalarda kullanabiliyorsunuz. Biz bu kartın varlığını bir otobüse binmeye çalışırken öğrendik. Maalesef ki otobüslerde kart dışında hiçbir para veya bilet geçerli değilmiş. Bu nedenle trenden iner inmez ana istasyondan bu kartı temin etmenizi öneririm. 



Kaldığımız otele gelince, otel St. Thomas adında bir kilisenin müştemilat kısmının otele çevrilmesi ile oluşmuş. Mescidi Aksa’ya 15 dakika yürüme mesafesinde, gezmek istediğimiz diğer yerlere ve tramvaya çok yakın olduğundan dolayı tercih ettiğimiz için memnun kaldığımız bir oteldi. Diğer otellere göre bir tık daha ucuz bu nedenle banyomuz çok dardı. Özellikle otelde sabah 7-9 arasında açık büfe kahvaltı servisi verilmesi bizi büyük bir masraftan kurtardı. Dışarıdaki yemek fiyatlarını gördükten sonra kahvaltı dahil oda seçmenin ne kadar önemli olduğunu anladık. Sabah vakti kendimizi tıka basa doldurduktan sonra 1 öğün daha yiyip günü bitirebiliyorduk. 

İlk gün saat akşam 6 gibi otele ulaştık. Hemen eşyaları bırakıp Kubbet'üs-Sahra’yı ziyarete gittik. Buranın girişinde İsrail askerleri bekliyor ve ziyaretçilerin müslüman olup olmadığından emin olmaya çalışıyorlar. Bizim Türkiyeli olduğumuzu duyunca çok fazla sorgulamadan içeri girmemize izin verdiler. Ben camileri ziyaret ederken giymek için dökümlü bir pantolon ve oversize gömlek getirmiştim ancak pantolonu kesinlikle kabul etmiyorlar. Bana giymem için etek verdiler. Bu nedenle siz de bu konuda dikkatli olabilirsiniz. 

Cami ve çevresinde çok farklı bir hava vardı. Bir tarafta askerler bekliyor diğer tarafta çocuklar futbol oynuyordu. Türkiye'deki camilere nazaran buranın çok hayat dolu olduğu izlenimine kapıldık.


Öncelikle Kubbet'üs-Sahra’yı ziyaret ettik. İçerisi de dışarısı kadar büyüleyiciydi. Sürekli dışarıdan fotoğraflar gördüğümden dolayı içerideki süslemelerin güzelliği beni şaşırttı. Şaşırdığım başka bir şey ise içeride bir grup kadın toplanmıştı ve başlarında da başka bir kadının vaaz vermesiydi.

 Cami içinde Muallak Taşı'nın alt tarafında da bir ibadet yeri yapmışlar, burada ikindi namazını kıldık. Bu taş hem Yahudiler hem de Müslümanlar için çok önemli. Müslümanlar, Hz. Muhammed’in Burak isimli atını, Kubbet'üs-Sahra'nın yakınına bağlayıp bu taşın üzerine basarak miraca yükseldiğini inanıyorlar ve Yahudiler de buraya “ruhlar mağarası” adını vermişler ve bu taşa dönerek ibadet ediyorlarmış. Herkesin çok farklı anlamlar yüklediği bu taşın çevresinde bulunmak gerçekten etkileyici bir deneyimdi. 

İçeriyi gördükten sonra mescidin çevresini gezmeye başladık. Her kayanın, her duvarın farklı bir anlamı vardı. Aklınıza gelebilecek çoğu müslüman devlet buraya yatırım yapmış ve onlardan kalma eserleri hep bir arada görebildiğiniz bir müzeye dönüşmüş sanki.


Muallak Taşı'nın alt kısmı

Kıble Mescidi

Akşam vakti geldiğinde Kıble Mescidi’ne girip cemaat ile namaz kıldık. Namazdan sonra Kubbettüs Sahara’nın akşam manzarasına da tanık olduk.
 

Ertesi gün sabah erken kalkıp otelimize yakın bulunan otobüs durağına gittik ve burada Lut Gölü’ne gidecek olan bir otobüsü beklemeye başladık. Otobüs geldikten sonra şoföre tramvaydan aldığımız bileti gösterdik ancak acı bir şekilde otobüste sadece önceden bahsettiğim kart geçiyormuş ve bu kartı merkez tren istasyonundan alabiliyormuşuz. Kartımız olmadığı için bizi otobüse bindirmediler. Babam Cuma namazını burada kılmak istediğinden dolayı zaman kaybetmemek adına Lut Gölü’nü listemizden çıkardık ve Kudüs'ün Jaffa Caddesi olarak bilinen daha modern ve turistik bir caddesine kahve içmeye gittik. Eski bölge ve yeni bölge arasındaki farkı burada çok net görebiliyorsunuz. Bir kere kıyafetler daha modernleşiyor, turist sayısı fazlalaşıyor ve müslüman sayısı giderek azalıyor. Eğer bir karşılaştırma yapacak olsaydım Jaffa Caddesi, İstiklal Caddesi’nin daha az kalabalık ve homojen bir hali diyebilirdim. (Özellikle ortasından tramvay geçmesi ile de bu sonuca varmış olabilirim...)


Jaffa Caddesi

Merkezde biraz dolaştıktan sonra yine tarihi bölgeye doğru gittik.Yürürken bir turist kafilesi, ellerinde haç ile Hallelujah diyerek yanımızdan geçtiler. Ancak onlar durup rehberleri açıklayınca ne olduğunu anladık. Yaptıkları ayin, Hz. İsa'nın bu sokaklarda yürürken eziyet görmesinin bir canlandırmasıymış. Hatta bazı noktalarda durup Hz. İsa, burada bir kere yere düştü diye ek bilgiler de anlatıyorlardı. Bu yolun adı da bu nedenle "Via Dolorosa" yani "Çile Yolu". Bu ayini merakla izledikten sonra öncelikle Hz İsa’nın çarmıha gerildiği kiliseye gittik. Aynı zamanda kilisenin içinde Hz. İsa’nın mezarı olduğuna inanıyorlar. Bu nedenle ismi “Kutsal Kabir Kilisesi”. İçeri girer girmez sizi uzunlamasına yontulmuş bir taş karşılıyor ve insanlar sırasıyla gelip bu taşı öpüyorlar. Meğersem bu taş, Hz. İsa’nın defnedilmeden önce yıkandığı taşmış. Zaten bu bilgi sayesinde buraya devasa bir kilise yapma kararı almışlar. 



Kiliseyi gezdikten sonra yavaş yavaş Yahudi mahallesini yürümeye başladık. İlk hedefimiz Hz. Davud’un kabrini görmekti. Bu mezarın yanında devasa bir Sinagog var ve öğrendiğimiz üzere burası önceden bir camii imiş ve İsrail devleti kurulmaya başladıktan sonra burayı Sinagog’a çevirmişler. Zaten Müslüman mahallesinden Yahudi veya Hristiyan Mahallesi’ne geçince az çok insan profilleri ve mahallenin estetiği değişiyor. 


Hz.Davud'un Kabri

Hz. Davud’un kabrini gördükten sonra gezimize devam etmek üzere yola çıktık. Şans eseri karşımıza Oscar Schindler’ın mezarı çıktı. Schindler’s List filmini izleyenler bilir, Yahudiler’i Almanya’daki katliamdan kurtarmış. Planlamadan karşımıza çıkması hoşuma gittiği için bir fotoğrafını çektim.

Oskar Schindler'ın mezarı

Sonraki durağımız Ağlama Duvarı idi. Burada da kadınlar ve erkekler iki farklı yerde dua ediyorlar. Dua eden insanlar geri geri yürüyerek buradan ayrılıyorlar. Bu şekilde duvara arkalarını dönmemiş olup saygı gösteriyorlar. 

İbadetlerini bölmemek için kenardan biraz gözlemledikten sonra Yahudilerin mezar seçiminde tercih ettikleri Zeytin Tepesi’ne çıktık. Burayı tercih etmelerinin nedeni tam karşıda Mescid-i Aksa olması ve mahşer gününde buraya bir köprü kurulacağına ve bu köprüden Mescid-i Aksa’ya geçeceklerini düşünmeleri. 

Bu kadar fazla yer gördükten sonra 30.000 adım ile ilk tam günümüzü tamamladık. 




Ertesi gün merkezden Filistin’e giden bir otobüse bindik. Bu otobüs Beytüllahim'e gidiyor ancak pasaportunuzun yanınızda olduğundan emin olun çünkü Filsitin’e geçerken otobüste hiçbir kontrol yok ancak aynı otobüsle İsrail sınırlarına dönerken sizi otobüsten indirip pasaport kontrolü yapıyorlar. 


Beytüllahim'de otobüsten inip buradan da küçük bir dolmuşa atlayarak El Halil’e (Hebron olarak da geçiyor) geldik. Buraya gelme amacımız Hz. İbrahim ve İshak Peygamberlerin mezarını ziyaret etmek ve bulundukları İbrahimi adındaki camide namaz kılmaktı. Bu caminin altında bir mağara var ve bu mağara Yahudiler için de önemli bir yere sahipmiş. 1994 yılında bir Yahudi’nin içeride namaz kılan müslümanları taraması sonucu caminin 2/3’ü Yahudiler’e ve 1/3’ü Müslümanlara ayrılmış. Bu nedenle İbrahimi Camii dışarıdan büyük görünüyor ancak bize ayrılan kısmı küçüktü ve her yerde olduğu gibi burada da müslüman olup olmadığın sorgulanarak geçebiliyorsun. Bu nedenle cemaatle namaza yetişmeye çalışıyorsanız erken gelmenizi tavsiye ederim. 

İbrahimi Camii'nde kontrol sırası


İbrahimi Camii girişi

Bu camiden çıktıktan sonra Hebron sokaklarından geçerek tekrar Beytüllahim'e döndük. Hala zamanımız olduğu için Hz. İsa'nın doğduğu tepe olduğu rivayet edilen tepeye gittik.



 Buraya bir kilise inşa etmişler. Bu kiliseyi ziyaret etmeye gittik. Birçok insan buraya hacı olmaya geliyormuş ve kapısında da "turist olarak girdiyseniz hacı olarak ayrılırsınız" yazıyordu.



Kudüs'e dönme zamanımız geldiğinde otobüse binmeden önce çevredeki marketlerden ekmek ve su alışverişi yaptık. Çünkü Kudüs’te Filistin'e göre her şey aşırı pahalı. Türkiye’den de yanımızda konserve barbunya getirmiştik. Otelimize döndükten sonra aldığımız ekmek ile bunları afiyetle yedik. Ertesi gün de aynı trenle havalimanına gidip İstanbul'a döndük.



Bu şekilde de İsrail-Filistin yolculuğumuz sona erdi. Gerçekten bu kadar uç düşüncelerde insanları bir arada bulunduran sayılı yerlerdendir diye düşünüyorum. Her girdiğiniz sokak, her gördüğünüz taşın binlerce yıllık hikayesi ve birileri için de büyük önemi var. Hangi dine mensup olursanız olun kesinlikle ziyaret etmeye değen bir yer. 


Hebron Sokakları


Yorumlar

Popüler Yayınlar