2020'DE NE OKUDUM?

 


Evimizde "hayat bulmak" zorunda kaldığımız 2020 yılına şöyle bir bakınca aslında "ne kadar kitap okunası bir yılmış" diye aklımdan geçirmiyor değilim. Şahsen ne kadar çok istesem de benim için öyle olmamış. Goodread's isimli sitede yılın başında kendime 12 kitap meydan okuması yapmıştım ve yılı 13 kitap ile kapattım. Ancak geriye dönüp baktığımda beni etkileyen çok fazla kitap olmadığının farkına varıyorum. Hal böyle olmasına rağmen bu yıl okuyup, okumaya değer gördüğüm 3 kitaptan bahsedeceğim. (bu linke tıklayarak GOODREADS HESABIM'a erişebilirsiniz) 

1. MASUMİYET MÜZESİ- ORHAN PAMUK

"Hayatımın en mutlu anıymış, bilmiyordum." cümlesi ile başlayan Masumiyet Müzesi kitabını hemen hemen herkes duymuştur. Zengin bir ailenin oğlu olan Kemal, tam nişanlanma arefesindeyken akrabasının kendinden yaşça genç olan ve maddi durumu çok iyi olmayan kızı Füsun'a tutulur. Ancak kitap boyunca gelişen bazı olaylardan dolayı bu iki aşık bir türlü kavuşamazlar. Kavuşamadıkları süre boyunca Kemal, bir alışkanlık edinmeye başlar, sürekli kendine Füsun'u hatırlatan eşyalar toplayıp onları kendi dairesinde biriktirir. Zaten kitabın sonunda da biriktirdiği eşyaları toplayıp aşkını onurlandırmak için bir müze haline getirir. Bu müze gerçek hayatta İstanbul'da ziyaretçilere açıktır. Bunu duyduktan sonra muhtemelen her okur gibi sizin de kafanızda bu hikayenin gerçek olup olmadığı sorusu canlanacaktır: Hikaye tamamıyla kurmaca ve kurmaca bir eserin müzesinin olması gibi bir duruma da "hiperrealite" deniyormuş.

Ben bu kitabı kadın erkek ilişkilerine çok kafa yorduğum bir zamanda okumaya başladım. Bu nedenle kitap boyu karakterlerin hal ve hareketlerini kendimce yorumlarken koltuktan kitabı bitirmiş olarak kalktım.. Aynı zamanda kitaptaki 70'ler esintisi, gazoz sevdası, o zamanın İstanbul'u, gerçekten insanı bu Nobel ödüllü romanın uzunluğuna bakmadan devam etmeye teşvik eden noktalardan bir tanesi. Orhan Pamuk'tan okuduğum ilk kitap ancak üslubunu çok akıcı bulduğum için muhtemelen başka kitaplarını da okumaya devam edeceğim.


2. BİR DİNOZORUN GEZİLERİ- MİNA URGAN

Öncelikle Mina Urgan'ın kim olduğunu bilmeyenler için açıklayayım, kendisi İstanbul Üniversitesi İngiliz Dili ve Edebiyatı bölümünde hocalık yapmış ve önemli birçok eseri Türkçeye çevirmiş bir filolog, yazar ve profesördür. Dil hakimiyetinin yanı sıra çok gezip çok okuyan bir insandır. Araştırmalarım sonucu anladığım kadarıyla iki kitap yazmış biri Bir Dinozorun Anıları diğeri ise benim şans eseri okuma fırsatı bulduğum Bir Dinozorun Gezileri. Bu eser, Urgan'ın gezip gördüğü yerlere yoğunlaşan bir hatıra kitabı ancak bu kitabı, diğer gezi kitaplarından farklı kılan şey ise şimdi bizim sürekli filmlerde youtuberlar ile gördüğümüz ülkelere 1950'lerde gidip o zamanın gözü ile anlatmış olması. Tabi sadece yurt dışı değil Anadolu'nun da farklı yerlerine gitmiş ve özellikle şehir dışından gelen kadınlara nasıl yaklaşıldığını paylaştığı çok dikkat çekici bölümler de var. Ziyaret ettiği yerlere yaptığı yorum ve eleştiriler, genel olarak üslubu ve anılarına kattığı birkaç siyasi düşünceye bakınca kendisinin de dediği gibi " bu toplumda aykırı" bir karakter. Kitabının son sözü beni çok duygulandırdı, şey demiş, " Bu Dinozor artık öyle bir yaşa geldi ki, bunca genç, bunca çocuk ölürken, daha fazla yaşamak biraz ayıp gelmeye başladı ona. İsteği kendisine ve çevresinde bir baş belası haline gelmeden, bu dünyadan göçüp gitmek. Kalanlara sonsuz sevgiler."

Bu cümleleri yazdıktan bir yıl sonra da vefat etmiş. Mekanı cennet olsun.

3. TERCÜMAN- LEILA ABOULELA

İngilizce'ye the Translator olarak çevrilen bu kitap İskoçya'daki bir üniversitede tarih bölümünün çevirilerini yapan Sudan asıllı Müslüman bir kadın hakkında. Kocası ile Sudan'dan İskoçya'ya yeni bir hayat umuduyla geliyorlar ancak eşi bir trafik kazasında hayatını kaybediyor. Sammar, küçük oğlunu Sudan'da annesine teslim ediyor ve İskoçya'da kendi yaşamını sürdürmeye devam ediyor. Burada yaşadığı acıları atlatmaya çalışırken çalıştığı üniversitenin İslam araştırmaları yapan gayrimüslim profesörüne aşık oluyor ancak kendi dini görüşlerine göre yasak olan bu ilişkiden vazgeçiş ve bekleyiş hikayesi anlatılıyor. Aslında tüm kitap boyunca İskoçya'nın iklimi gibi karanlık bir hava hakim ve bu nedenle olaylar çok yavaş ilerliyor ama benin düşüncelerimden daha farklı bir felsefe ile hareket eden birinin gözünden bir kitap okumak gerçekten ufuk açıcı. Mesela Türkiye'nin Cumhuriyet'e geçiş süreci ile ilgili yaptığı bir yorum vardı, bunu okuduktan sonra tarih derslerinde bize anlatılanın çok tersi şeyler duyunca kısa süreli bir şok geçirdim. Kitapta şu şekilde bahsediliyorduk: "Bazı devletler gelip geçer, Türkiye gibi, ülkeyi agresif bir şekilde laikleştirmeye çalışırlar, İslam'ı marjinalleştirip insanlardan ve hatta tarihten silmeye çalışırlar..." 

Kitap okumanın en güzel yanlarından bir tanesi de en kesin bildiğiniz bir şeyin bile başkaları tarafından farklı algılandığını görmek.


Yorumlar

Popüler Yayınlar